24 Ekim 2013 Perşembe

İkişer göz birbirine bakan

'' If you're not sad now, you're gonna be.''

Şarkılarını, hele ki en sevdiklerini başkalarından kıskanmayan yoktur. Hepimizin Youtube'da 20bin - 30bin hit yapan sevdiklerimizin artmaması için dua ettikleri de mutlaka olmuştur. Hatta ben replay tuşunu taciz edip de sayıyı artırmaktan korktuklarımı telefonuma indiriyorum bazen. Tamam, kabul işi takıntı boyutuna getirmenin bi anlamı yok. Ben yaptım siz yapmayın.

Kimse kendini kaptırıp kulaklığın dışından duyulduğunu farketmeden dinlediklerini özellikle sorduğunuzda hayır demez. Tam da o an farkediliyo neyin ne olduğu. Sesin duyulduğu için bile özür dilemeden kaşları çatıp nefret kusuyolar. Kusuyoruz diyim, kıskançlığın en saf halini görmek bana güzel geliyo ama sormak lazım bilen birine.Bilen kişi sayısı da az sanki, bulamamanız bizi özel mi kılıyo yoksa garip mi kılıyo bilmiyorum. Ama tanıdığım bikaç kişi var onlar da çok güzel insanlar.

Hal böyle olunca çok basit bi çıkmaza giriyoruz. Bizi kendisine bağlayan, hayattaki çoğu şeyden ve kimseden daha fazla değer verdiğimiz, onca duygumuzu sığdırdıklarımızın bizde kalması mı önemli olan. Bu kadar bize ait olduğunu hissettiğimiz bişeyin bizim geçmişimizde kalması da çok normal olmalı. Bundan bi 2 yıl öncesini düşünün, yaptıklarınızla olduğunuz kişiyle dalga geçmeyen yoktur heralde. Geçenlerde 2 yıl önce kaybettiğim bi flashımı buldum, kappe hayat bana yar etmemişti o hafta kaybolmuştu, arkadaştan çökmüştüm. Yedeklediğim müziklerim hepsi içindeymiş, sırasıyla açtım dinledim ve geçen saatlerin sonunda karnıma ağrı girdi gülmekten. Zamanla küflenecek şarkılarımız da böyle, dertlerinince dinlediklerimiz, sevinince dinlediklerimiz hepsi de o komik şeyin bi parçası olarak kalıcak. How I Met Your Mother’da Ted ile Marshall’ın yıllar sonra özledikleri kolej hatıralarını canlandırmak için aynı çıktıkları yol gibi. aynı şarkıda saatlerce sıkılmadan yapılan araba yolculuğunun tadı çok farklıydı. Geriye bakınca.  Kimisi yıllanıcak ve gün geçtikçe daha farklı boyutlara yelken açacak. Ve kimisi de ilk günkü gibi en’lerinizde olacak ve hiç değişmeyeceğini her dinlediğinizde hissedeceğiz.  

Şarkılarımızı paylaştıklarımız, özeldir her zaman. Ya da beraber olmasanız bile dinlemesini istediğiniz şarkıların her birisinin her sözcüğü ayrıdır. Çok garip ama duygularımı belli etmemin ve yaşamanın en güzel yolu bu, fütursuzca (hehe) gelen bişey yeani. En güzeli de o anıların sizde kalması, uyumadan önce sarılacağınız bişeylerinizin olması. Neyse.

Benim için çoook önemli bi yeri olan bi grubu tanıtıyorum bu akşam. Size tam rehberlik yapmak isterdim, rahatlıkla tanıtabileceğim bi mazimiz var aslında The Civil Wars’la, ama olmasın. Size gideceğiniz patikayı gösterip aradan sıyrılırsam oraya ulaştığınızda maymun iştahınız kapanırsa çıkışı da bana sormayın, istemem.

The Civil Wars kurulalı çok da olmayan iki solo kariyerin birleşiminden oluşmuş. The fantastic John Paul White’ımızla lovely Joy Williams’ımızın –kendi tanıtımlarıyla böyle bu, bana kalsa John reyizi bi kenara atarım Joy’a sıralardım her şeyi- yolları bi stüdyoda birleşir. Kimyayı yakalamaları çok uzun sürmemiş çünkü yazdıkları 2 parçadan – Barton Hollow ve Poison & Wine- sonra 2 yıl kadar gerek güzel coverlarıyla gerekse tanınmak için düzenledikleri ufak konserlerle geçmiş. Benim hayatıma gireli 2 yıldan biraz fazla oluyo, artık mışlı muşlu konuşmadan devam edicem. Çoğu zaman kuru stüdyo şarkılarına bile alışamadığınız insanların konserlerin videoları can sıkıyor. Joy’la Paul’un konserlerindeyse samimiyet, sıcaklık, duygu o kadar doruğa ulaşıyo ki hissediyosun. Evin içerisinde arkadaş ortamında yanındalarmış gibiler. Joy’un kur yapıyomuşcasına da olsa masum olduğunu her halinden anladığınız tavırları. Kaldı ki eski ve bilindik şarkıları coverladıkları o dönemde kendilerini anlattıkları bişeyler yokken bile bu sıcaklıktan kazandıklarını inkar  etmem.  Yine de bu kadar birbirine yakışan ve mükemmeli bulan çift birlikte değil. Tıpkı Johnny Cash ve June Carter gibi. İstediklerimdendi böyle bişey oluşturmak, loş bi ışıkta hiç olmazsa dostlarla akşamları güzel geçirmeyi bi Joy’la sağlamak. Ben sıramı savdım, olur ya hani o müzikle oluşturulmuş dostların arasında yerim olsun isterim artık. 

En sevdiklerim:

Sacred Heart,
Kingdom Come,
Dust to dust.



Yaşanılanların bizde bıraktığı duygular birbirine çok benzer, her anın hatırlattıkları ve hissettikleri birbirinden farklı.  Anlatmalı. Hiç birimiz istesek de yalnız kalamayız. Bu güzel insanlar dünyada oldukça. Mottolarını sevdiklerim. 

Kocaman iyi geceler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder