30 Ekim 2013 Çarşamba

Gecesinde Yağmuru

'' Olimpos tanrıları akşam yemeğinde nektarlarını yudumlarken gökten üç elma düşer, üzerinde 'en güzel tanrıçaya' ibaresi vardır. Üç güzel tanrıça; Hera, Artemis ve Aphrodite 'bana geldi bu tabi ki hey hey' diye aynı anda atlarlar elmaya. Zeus hakemliğini yapamaz, birisi karısı Hera, birisi kızı Artemis, diğeri de Aphrodite olunca. Tanrıçaları elma ile Hermes eşliğinde Ida dağındaki çobanlık yapan Paris'e yollar. Bu güzellik yarışmasındaki tek juri olan Paris, Aphrodite'i seçer. Ve Aphrodite o zamandan beri güzellik tanrıçası olarak anılır. Derler ki Aphrodite o zamanlar kemeriyle Paris'i büyülemiş ve elmaları almıştır. '' 

Elinizde kaybetmek istemediğiniz her zaman bişeyler olur. Hepimiz ilk adımımızı atarken taşıdığımız masumiyetimizi koruyabilseydik dünya yaşamak için bu kadar kirlenmemiz gereken bi yer olmazdı. Umrumuzda olsaydı bazı şeyler, yaptığımız hataların bizi o saflığımızı kaybettirmesine izin vermezdik. Örmezdik duvarlarımızı etrafımıza. Bi daha yapmamakla bi daha yapamayacak halde kendini kısıtlamak çok farklı şeyler. Yaşamımızdan giderken biz her geçen gün bi duygumuzu daha unutmayı deniyoruz.  

Kadere inanan bi insanım. Kaderin insanın kendi ellerinde şekillenebileceğine inananlardanım. Bu yolda yaşayabileceğimin en'inin hiç bişeyle kısıtlanamayacağını acı bi şekilde öğrenmiş birisiyim. Arkasındayım söylediklerimin bi yandan, karıştırdım tüm hayatımı eskisiyle, yenisiyle ve düşündüğüm zaman bana mutluluk verenleriyle. Bu yüzden yaşayacaklarım için en güzelini seçmeyi istedim. Benim için bunun anlamı Paris'ti. Zincirin halkaları olan bizlerin bi yerlerde buluşacağını düşündükçe bana güzel duygularını bırakanı. Geçmişimde hiç böyle şekilleneceğini bile düşünmediğim zamanlarda tanıştım. Bahsettiğim saflığın en öz halini taşıdığım zamanlardı. Zaten hepimiz için hayallerimizin büyümesi anlamını taşıyo bazı şeyler, özellikle büyümenin tam karşılığı olarak. 

Tam üstüne çıktığımda uzakları görebilmek için elimle yaptığım dürbünün tellere dayanışını hatırlıyorum Eyfel'de. Mona Lisa'nın beni uzun uzun kesmesi, bana bakması beni biraz korkutmuştu. Korku tüneline yaşım tutmadığından giremediğim için ağladığım Disney Land'ın gece kapanışında yarı uykulu halimle aldıkları gönlümü unutamam. Ama ne olursa olsun şehirler de insanlarıyla güzel. Hissettiklerin olmazsa gördüklerin tatsızlaşıyor, bi anlamı kalmıyor. Şehrin büyüsünde dans edip, günlerini, aylarını geçircek bile olsak onu güzel yapan ve hayallerimizi süsleyen sadece insanlarıdır. Yanımızdakiler ya da bi zamanlar yanımızda olduğu için mutlu olabildiklerimiz. İşte o zaman yaşadıklarınızın bi kıymeti oluyor. Bu yüzden şehirleri ''biz''leştirirken gerçekten bizimle bi anlamı olduğunu anlamamız gerekiyor. 

Le Figaro gibi mükemmeli elinde tutan müzik stüdyosuna gelen şirin insanları görmek güzel olur Paris'te. 

Sokaklarında orada olduğunuzu hissettiren ezgiler söylenmeli Paris'te.

Yağmurunda içinizi ısıtacak şeyleri taşımanın mutluluğu olmalı Paris'te. 

Ya da bu kadar anlamsız ki gözlerimizi kapattığımızda olmak istediğimiz yerde olmalıyız şimdi. Siz yine de duyduktan sonra kendi sesinize bin bir küfür edeceğiniz, anlamı '' Paris'in göğü altında'' anlamına gelen Yves Montand'dan  '' Sous le ciel de Paris '' i dinleyin. Yer yüzünde dinlenecek en güzel şarkılardan.

Görüşmek üzere

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder