3 Kasım 2014 Pazartesi

Olafur Pt.1

Yaklaşık 3 aydır yazmıyodum. Yazmayı bıraktığımdan değil. Elitist bi ses tonuyla söylemiyorum bunu ama yazın hayatına adım atmış insanlar bilirler: yazmak sadece başlangıcı olan bi iş oluyo, bi süre sonra hayatın bi parçası olarak. Hayatınızın parçası yaptığınız o şey de sevdiğiniz gözünüz gibi bırakacağınız bi seslenme haline evriliyor düşüncesel anlamda. Yazmadığım süre boyunca blogumu merak edip okuyanlar oldu sağolsunlar. Bu süreçte farkettim ki insanların kafasındaki yazma işi gerçekten çok farklı ve riskli bi iş.  Sosyal medyada göstermek istediğimiz şekilde kendimizi tanıtmayı alışkanlık haline getirdiğimizden kaybolan değerlerimizi ve benliklerimizi aramaya dahi gücümüz kalmamış. Çoğu şey yapay. İnsanın kendi elleriyle oluşturduğu yapaylığa dışarıdan sakin bi kafayla baktığınızda siz de o iğreltiyi hissedebilirsiniz içinizde. 

Yazmak zordur ve özeldir. İç dünyanızla hesaplaşmak ve hesapları birer birer kapatmak, onlarla yüzleşmek hiç kolay değildir hak veriyorum. Yaptığımdan dolayı değil "yapmaya uğraştığımdan" buradayım ya zaten. Bence tam bu noktada yazdığımız şeyleri bi aracıyla açmak da misyon haline gelmeli diye düşünüyorum. 3 aydır hayatımda üzerinde durduğum noktalardan bi tanesi buydu. Hislerimizi, duygularımızı neredeyse ufacık bi kutuya kilitleyip kapatıyoruz. Arada o kutudan çıkan ufak gürültüleri alel acele susturmayı tercih ediyoruz. Rahat yaşayalım diye, mutlu olalım mantığıyla. İnsanlar kendilerini kısıtlarken hayatlarında mutlu olayım diye kapattıkları her düşünce yolunu tekrar bulamıyolar bir süre sonra. Mutluluk daha kırılgan oluyo ve kıymetsizleşiyo. Basit mutluluklarımızı bozacak dağlar kadar sebebimiz oluyor. 

O zaman kafamdaki hayat anlayışımı önceki yazılarımda anlattığımın dışında farklı bi bakış açısıyla anlatıyım. Ben buna "Ssk emeklisi Mehmet amca bakışı" adını koydum. Beşeri bi bölümüm yok ama insanlar yegane malzemem. Yanlış anlaşılmasın bu yukarıdan söylenen bişey değil zaten anlayacaksınız yani umarım anlarsınız demek isteyeceğim şeyi. Benim için her bi insan farklı bi uğraş ya da bilgi kaynağı. Çünkü öyle bi havuz ki burası her baloncuğu farklı ve kendi içinde özel. İnsanların içlerinde gerçekten çok büyük bi şiddette "özel olduğunu hissetme isteği" var. Farkedilmeyen nokta bu özel'liğin doğuştan zaten varolduğu. Ve bunu farketmenin tek yolunun ilişkilerde olduğu çıkarımına ilk kim varmış bilmiyorum ama çok da parlak düşünen birisi değilmiş galiba. Özel olduğumuzu hissedebilmemiz için illa bi insanın sizi sevmesi ve onu göstermesi gerekmiyor. Ve hepimizin de içinde olduğu kendini tanıyamama bataklığına saplanmışız. Öyle bi bataklık ki çıkabilmek için zaten sadece kendisinin yetebileceğini farketmeyen insanların dolduruğu bi ortamı içinde barındıran. Bunun diğer bi adı da bencilliktir. Kendisini tanımaktan ve öğrenmekten korkarken başkasının hayatına adım atma isteği gibi büyük bi iştir. Mutluluğu ve kişisel tatmini yine başkalarında bulmak ve bağımlı yaşamak zorunda kalmaktır. İnsanın kendisini dahi bilemezken başkalarını tanımak istemesinin bi anlamı var mı?  

Peki nasıl olur? Cevabım burada yazılı kalıcak şimdi ama bu soruyu arada bi kendime yönelten bi insan olarak her seferinde verdiğim cevap farklı olabiliyor. Bundan mutluyum çünkü değişiyo düşüncelerim, katlanıyo dallanıyo budaklanıyo her seferinde. Fakat biliyorum ki gerçekten anlamak isteyenler kazanacak olanlar olacak bu insanlık serüveninin sonunda. İçleri doldurulan duyguların yüzlere yansıması. Farkına varılan çeşitliliklere saygı duymak. Hissedilen duyguların ve okunanların karışımının birleşimi olan olgunluk olacak sonu hiç gelmeyen. 

Verdiğimiz ve aldığımız her nefes bizim için birer şans. Dünyanın dört bi yanında bin bir türlü yangınların dumanı insanları zehirlerken böyle bi ortam daha da büyük bi şans. Değerlendirememek de tam tersi bi şekilde büyük bi şanssızlık. Her birimiz, hepimiz ve daha önceki insanlar hatta bütün insanlık biraz kendi içerisine dönük yaşasa tarih kitaplarının yazdığı felaketlerin sayısı yarıya yarıya azalabilirdi. İnsanların içerisinde Freud'un da dediği gibi "hamurunda olan kötülük" daha kolay bi şekilde bastırılırdı  belki de. Tekil olmak, kendinle yaşamak ve o yaşamı yüceltmek bizim sahip olmak istediğimiz basit mutluluğu anlamlaştıracak tek şeydir benim gözümde.Her türlü duyguyu yaşamak ve görmek. Ve aynı şekilde bataklığın ortasından kıyısına doğru yüzerken tanıştığınız ve sizinle aynı düşünceleri paylaşabilen insanları bulmak mutluluğun en garip ama kalıcı unsurlarından oluyor. 

Konu başlında adı olmasına rağmen Olafur'la alakasının olmaması komik oldu ama bi sonraki yazımda size duygularını keşfetmeyi müzikal anlamda başarabilen bi insandan bahsetmeye çalışıcam. Şimdilik yazının sonuna onun bi parçasıyla es koyuyorum. Part 2'de görüşmek üzere.

Kendinize iyi bakın.


                                                         Olafur Arnalds - Poland